10 Aralık 2018 Pazartesi

İçten Fethetmek, Sonra Dönüştürmek…

Güçlüyü dıştan yıkmak öyle kolay mı sanırsınız?

Kolay değildir, ama denemesi de bedavadır. 

Olur olur, olmazsa denenecek yol mu yok?

O yollardan, uzun zaman gerektirse de, içten yıkmak; bir başka deyişle yavaş yavaş, sindire sindire ele geçirmektir. Kuşkusuz, ele geçirmek, öyle açıktan yapılmaz. İçerde etkili konumda, ama yetkisiz olanlar, dıştan aldıkları güçle, içten içe vururlar.
Sesi çok çıkanlar, önder sayılanlar, işlerin iyi gittiği durumlarda tatile çıkarlar; kötü gittiği durumlarda “saz”ı ele alırlar. Zaten hazır bekleyen “Yurttan Sesler Korosu” ya da “Bremen Mızıkacıları”, siz de başka adlar bulabilirsiniz, toplu yıpratma için hücuma geçerler.

*****

İçeride kavganın fitili bir ateşlenmeye görsün…

İçeridekiler ikbal, çıkar, kişsel hevesler uğruna birbirine girince, doğal olarak birlikteliğin adı okunmaz. Dıştan yıkamayanlar, ellerini ovuşturup olanları izlerler. Yetmez, o an en güçlü olandan yana tavır alır, övgüde kusur etmezler. Yaratılan algı, “rakip ya da düşman bile bizi övüyor” denmesini sağlamak…

Kolay da sağlanır.

İç kavgadan “muzaffer” çıkanın varlığını sürdürmesi için önünde iki yol vardır:

“İttifak” kurduklarına vereceği ödünlerle yürümek…
Birlikte yürüdüklerini “tehlikeli” olmadan, saf dışı bırakmak…

Ayakta kalmak, varsa “gizli ajandası”nı gizlemek için, “suçlu” yaratmak, aslında kendisinden kaynaklanan olumsuzlukları ona yüklemek. Bu, “ittifak” içindekilerini birbirine bağlayacağı, aralarındaki sorunları erteleyeceği gibi, dünyadan habersiz, vur dendi mi öldüren anlayışa sahip olanları da yanına çeker.

İşin içine rahat yaşamak girince…

En yakın çevresinden görmediği ilgiyi, aslında göstermelik ilgidir bu, “önder” saydığından görünce, sorgusuz bir bağlanma başlar. Sorgusuz bağlanana bir şeyler de koklatıldığı zaman, kendiliğinden bir “bağlılık ordusu” kurulmuş olur.

Günler geçer, haftalar geçer, aylar geçer…

Geçer de geçer; belki yıllar birbirini kovalar.

Bir de bakmışsın, o “bağlılık ordusu”nun arkasındakiler ele geçirmiş olur bütün kaleleri…

Konumuzun futbol olduğunu anımsayıca…

Hüzünlenmek, durmak birden; sonra, nereye varacak bu yazı, demek…

Kimi cümlelerde olduğu gibi, üç noktayı basmak…

Bir yazımızın başlığını anımsamak ve o başlığa sığınmak:

İyi ki Sen Varsın Üç Nokta!


*****

Sona Doğru...

Örnekler yok…

Tanık gösterme yok…

Karşılaştırma yok…

Yani?

Somutlama dediğimiz hiçbir şey yok…

Soyutlama, genelleme var.

Olmayını bulmak da okuyana düşüyor!

Çevresine bakan, sadece gözleriyle bakıyorsa sorun kendisindedir, ama bakılanı dünü ve bugünüyle kafasında yoğuran, elekten geçiren, yaramazları ayıklayan, somut örnekleri “şıp” diye bulur.

“Aaa” diyebilir.
“Nasıl da görmemişim” diyebilir.
“Ulan, demek sen de…” diyebilir.

Cesareti varsa “ses”i çıkar, yoksa “ses”i başkasından bekler.

Durum değişirse, en öndedir, en önde gidenin yanındadır.

Kırıtarak, gerdan kırarak, kişilik “silik” olduğu için de, sanki büyük adammış gibi, “Benim gibi adamı bile kandırdı.” deme cesaretini gösterir!

Ama görmesi gerekenleri, “çıkar”ına uygun düşmediği için görmez.

("Oy"un açtığı demokratik yol, ezici bir "oy" farkı varsa ortada, sevinçlere sevinç katar. Eller sandığa nasıl da rahat gitmiştir. Kimse kimseyi, niye ona ya da buna "oy" verdin diye sorgulayamaz. Bırakın, "oy" verenler, sorgulasınlar kendilerini. 
Sonrasında neler mi olabilir?
Pompalanan umutların ne kadar boş, aldatıcı olduğu,  karar "mekanizma"larını ele geçiren iş bilmezlerin "gövde"yi nasıl yıprattığı tez zamanda anlaşılabilir. 
O zaman?
Güç verenlere, arka çıkanlara, o açtıkları yolu kapatmak görevi düşer.)

Son söz:

Seni alkışlayan, olur olmadık yerde öven, ama beklentisi çöpe gidince farklı telden çalacak değil; zoruna gitse de eleştirel bakışla eleştiri yapan, dün de bugün de senden "çıkar"a, "makam"a dayalı bir beklentisi olmayan, sana onlardan daha yakındır.


NOT: Sonraki yazı:
          Geleceği Okumak İçin Bugüne Bakmak…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder