Teknik direktör, romancı gibidir. Romancı, kahramanlarını okurun karşısına nasıl çıkarırsa, o da, futbolcularını seyircinin karşısına öyle çıkarır. İkisinde de “en iyisi”ni sunma çabası vardır.
Roman okuru ile futbol seyircisi arasında da bir benzerlik vardır. İkisi de “katkıda bulunma”yı çok sever. Roman okuru, romancının gözden kaçırdığını sandıklarını kendine göre saptar, gönlünce yorumlar. Kimse tutamaz onu; çünkü romancının elinden çıkan roman, okurun malıdır artık.
Seyirci, her an, oyuna müdahale etme hakkını kendinde görür; çünkü maça para vermiştir. Hele, takımın gerçek sahibi olduğu dillendirip, "Ben seyirci değil taraftarım" diye tutturdu mu akan sular durur! Zaman zaman, teknik direktöre, futbolcuya tepki gösterir. Hızını alamayınca yönetime övgü (!) dolu sözlerle yönelir; muhalifler adına darbe bile yapabilir! Seyirci/ taraftar, övgüde de, tepkide de aşırıdır; bir türlü ölçüyü tutturamaz. Çoğu kez “kantarın topuzu”nu kaçırır.
Hele, futbol üzerine yazan, iş tutmayı, futboldan karın doyurmayı “meslek” edinenlerden kimileri bir başka alem! Onlar, daha ileri gider; yöneticinin, teknik direktörün elinde olması gereken ipleri elllerinde tutmak isterler. “Akıl hocalığı”na soyunurlar. Kendilerini romancı, teknik direktörü, yönetimi, futbolcuları hayal dünyalarının kahramanları sanırlar. Bir de, “O gitsin, bu gelsin!” muhabbeti yaparak kafa bulurlar. Hayal güçleri, romancının, roman okurunun hayal gücünden daha geniştir.
Futbol üzerine yazan, kafa yoranlardan (!) bir kısmını küstürmeye, kızdırmaya gelmez. Sonra kalemlerinin ucunu sivriltirler. Kalemlerinden kan damlar; en acımasız sözcükler dökülür. Bir de “ekran”da kurulu “köşe”leri varsa...
Aman dikkat!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder